DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

Dünden Bugüne Ahıskalı Türkler

Yayınlanma Tarihi : Güncelleme Tarihi : Google News
Dünden Bugüne Ahıskalı Türkler

Ahıska, Türkiye’nin kuzeydoğusunda, Ardahan ilimizle sınır teşkil eden, Gürcistan toprakları içinde yer alan, çok eski bir Türklük yurdunun merkezidir. Abastuban, Adigön, Aspinza, Ahılkelek, Azgur ve Hırtız gibi kasabaları ve bu kasabalara bağlı 200 kadar köyü vardır.

Ahıska, Türkiye sınırına 15 km. mesafede bulunmaktadır. Posof Çayının iki yakasında yer alan şehir, karayolu ile Tiflis, Batum ve Türkiye’ye bağlıdır. Ayrıca batıda Türk sınırının çok yakınına kadar uzanan bir demiryolu, Ahıska’yı doğudan Tiflis’e bağlar.
Çarlık Rusyası dönemindeki baskı ve zulümler Sovyet Gürcistan’ı döneminde de devam etti. Onlar hem Rus, hem de Gürcü mezâlimi ile karşı karşıya kaldılar. Türk ve Müslüman olarak yaşamanın bedeli ağırlaşmaya başladı. Bu baskı, Stalin zamanında en yüksek noktaya çıktı. Ahıska Türklerinin önde gelen aydınları, çeşitli düzme suçlarla tutuklanıp ya öldürüldüler, yahut da sürüldüler.

II. Dünya Savaşı yıllarına kadar askere alınmayan Ahıska Türkleri, savaş başlayınca askere alınmaya başlandı. 40.000 civarında insan, Almanlarla savaşmak üzere silâh altına alınarak cepheye gönderildi. Geride kalan kadınlar ve yaşlılar da, Ahıska-Borcom demiryolu inşaatında çalıştırıldılar. Bu hat 1944 ekiminde tamamlandı. Ahıskalılar, kendilerini vatana hasret bırakacak trenlerin yolunu, kendi elleriyle yapmışlardı.
14 Kasım 1944 tarihi, yalnız Türk tarihinin değil, insanlık tarihinin de kara sayfasıdır. Zira bu tarih, bir kış gecesi 200′den fazla köy ve kasabada yaşayan binlerce insan, birkaç saat içinde ocağından sökülerek yük ve hayvan vagonlarında, Sibirya, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a sürülmüşlerdir. Sürgün edilenlerin birçoğu yollarda öldü. Sağ kalanlar da, ata vatanından ebedî ayrılığa mahkûm edildiler.

Karar “Ahıska, Adigen, Aspinza, Ahılkelek ve Bogdanovka rayonlarıyle Acaristan Özerk SSCB’den Türk, Kürt, Hemşin olmak üzere toplam 86.000 kişiden meydana gelen 16.700 hanelik nüfustan, 40.000′i Kazakistan SSCB’ye, 30.000′i Özbekistan SSCB’ye ve 16.000′i de Kırgızistan’a tahliye edilsin.” emriyle başlıyordu.

Bu karar gereğince, 14 Kasımı 15′ine bağlayan gece, Türk köyleri askerler tarafından kuşatıldı. Kapılar dövüldü. Birkaç saat içinde, küfür, tüfek ve dipçiklerle köy meydanlarına toplanan halk, kamyonlarla demiryolu boylarına getirilerek hayvan vagonlarına dolduruldu. İnsanlar, haftalar sürecek bir ölüm yolculuğuna çıkarıldılar. Gittikleri yerlerde yıllar sürecek zorbalıklara ve acılara maruz kaldılar.
Sonu olmayan bir yolculuğun yıllar yılı süren acılarıyla kavrulmuş, zorla gönderildikleri her yerde yuvam diyemeyecekleri kadar sahipsiz kalmış, direnmiş, yanmış ama yıkılmamış çınarların dallarıydı onlar. Nasılda ürkekti bakışları yüzlerinde tarifsiz bir endişe mutlulukla karmakarışık, bir o kadar sıcaktı yürekleri gibi elleri.
Vatanlarından tam 75 yıl önce sökülen çınarların dalları dünyanın dört bir yanında ne kışlar görmüştü. Kimi zaman kuru yapraklar gibi oradan oraya savrulsalar da yeşermekten yılmamışlardı. Bir sürgünle başlayan yolda binlerce sürgün vererek vatanlarına, Türkiye’ ye, Erzincan’ a ulaşmışlardı. Ukrayna’dan getirildiler ne zamandır süren çalışmalar neticesinde. Ukrayna da savaşın ortasında kaldılar ama sahipsiz kalmadılar. Türkiye Cumhuriyetinin güçlü eli uzandı ellerine. Erzincan da bulunan TOKİ konutlarına devlet desteği ve DATÜB (Dünya Ahıska Türkleri Birliği)nin yoğun çabalarıyla yerleştirildiler. Erzincan onları adeta bağırlarına bastı. Candılar, cana can kattılar. Uzakların sesinde duyduğumuz geçmişin esintisi, yalnız hissettikleri kadar yalnız olmadıklarını hatırlatan bir tınıydı aslında.
Aynı toprağın savrulduğu uzak coğrafyalarda BİZ olduğumuz BİR olduğumuzun gücüydü hissettiklerimiz. Memleket türküleri çalıyordu şimdi radyoda. Nereye gidersen git, nasıl yaşarsan yaşa, gecenin karanlığında işittiğin ses içinde bir başka titrer içinde, kalbin yerinden fırlarcasına çarpar. Bu başka bir sevda, başka bir aşk, yerine hiçbir şeyi koyamadığın. Yuvana dönmüş, dünyanın tüm telaşından, kirinden pasından arınmışsındır.
Türkiye diye diye umut bağlanan ülke, Ahıska Türkleri için her zaman vatandı, yuvaydı. İlk adımda Erzincan’a yerleştirilen Ahıskalıların konutları gezerken, ülkemizin büyüklüğü ile gurur duydum. Kurum yetkililerinin ve çalışanların inanılması zor özverili çalışmalarını gördükçe umutlu, gelenlerin gülen gözlerini gördükçe daha bir huzurluydum. Nasıl da mutluydular, sorduğumda ne hissettiklerini “ Oralarda nasıl yaşarsak yaşayalım yabancıydık, burada kendimizi yuvamızda hissettik. Biz kanatlarımızı hiçbir yere koyamamıştık doğduğumuzdan beri, bugüne kısmetmiş, bizler gördük. Oralarda iken her an başka yerlere sürülme korkusu içindeydik ama şimdi Türkiye’ ye öz vatanımızda kanatlarımızı toprağa koyduk. Her şeyimizi geldiğimiz yerlerde bıraktık olsun yine çalışır, yine yaparız.” dediler. Dillerinde dua ve şükür, gözlerinde ışıltı, elleri yüreklerinin sıcaklığıyla sarıp sarmalıyordu bizleri.
Bir gün ama mutlaka bir gün demiştik Ne çok beklemiştik. İşte oldu sonunda. İnsan için insan olmak demiştik. Çıkarlarımız yok adımız, makam mevkimizi yok, Biz olmalı bir olmalı vatan kokusunu içimize çekene kadar durmak yok demiştik.
Beklenen gün yoğun çalışmalar sonunda her şeye ve herkese rağmen meyvelerini vermişti. Onların mutluluğunda huzuru bulmak vardı. Geçmişten güç alarak ilk adımı başlangıç sayarak, başımız dik, bu haklı davada, yüreğimizin gücüyle gülümseyerek el ele birlikte yürüme ve yol alma zamanı.

Kaynak:  Saadet ATALAY

YORUM YAP